27 Nisan 2015 Pazartesi

STILL ALICE

Insan dogasi, yasinin ilerleyisi ile birlikte sagligi icin endiselenmeye basliyor.. Sanirim bu dogal bir surec.. Ornekler, gozlemler, dinlenenler ve izlenenler sayesinde bu endise zaman zaman yerini telasli bir korkuya biraksada cogu zaman sagligimiza dikkat etmemiz icin itici guc olduklari soylenebilir..

Peki ya hic beklenmedik bir anda yasanan saglik sorunlari ?
Yasam icinde boyle bir gercek varken biz buna ne kadar haziriz ?

 
Still Alice; 50'li yaslarinda, basarili ve zeki bir dilbilim profosoru olan Alice'in Alzheimer hastaliginin pencesine erken bir yasta dususunu, hastaligin ilerleyis suresince yasadigi isyanlar ve kabul edisleri bize muhtesem bir Julianne Moore performansi ile sunan belki huzunlu ancak hayata dair saglam dersler cikartabilecegimiz bir uyarlama filmi..

Nörobilimci (sinir sisteminin arastirilmasina dayali olan bilim) Lisa Genova'nin yazdigi kitaba sadik kalinarak cekilmis olan Still Alice; kitap uyarlamalarinin cok tatmin edici bulunmadigi film dunyasi icinde bir cok elestirmen tarafindan basarili bulunmus bir uyarlama.. Hatta filmin yonetmenlerinden biri de ALS hastasi oldugundan (ne yazik ki Richard Glatzer Mart ayi icinde bu hastaliktan hayatini kaybetti) filmin altyapisi konuya cok daha hakim insanlar tarafindan hazirlanip, tatmin edici ve bunaltmayan bir bilimsel destekle izleyici ile bulusturulmus..

Mutlu bir evliligi ve yetiskin uc cocugu olan Alice, muthis zeki bir kadin ve hayati akademik basarilarla dolu unlu bir dilbilimci.. Aile icinde yasanan ufak tefek sorunlar olsa da iceriden de, disaridan da bakildiginda iyi bir hayati var. Alice, sohbet ederken minik minik hafiza sorunlari yasamaya basliyor ve bu sorunlar onu Alzheimer hastaliginin bunyeye erken yerleserek hizla ilerleyen bir turu ile yuz yuze birakiyor.. Elbette teshis sonrasi psikolojik bir yikim sureci geciriyor fakat sonrasinda yavas yavas hastaligini kabullenip, kendi cozumlerini bulma yolunda muthis bir caba sergiliyor.. Uzerine bir de insanlik icin muthis bir ders sayilabilecek konferans konusmasi yapiyor ki; inanin insan o sahneleri degil izlemek, hafizasina kazimak istiyor !

Filmin ana konsantrasyonu Alice'in hastaligiyla yasadigi icsel surec ve verdigi mucadele olsa da, aile bireyleri ile yasadigi ikili iletisim ornekleri de hikayeyi destekliyor.. Ozellikle hastaligin kalitimsal olmasi ve cocuklarina da gecirmis olma riski nedeniyle yasadigi endiseyi ilgiyle izliyoruz. Diger yandan aile fertlerinin Alice'e olan duygusal desteklerine ragmen zaman zaman anlayissiz davranmalari da bence filmin inandiriciligina en onemli destek..
Bu arada film kadrosu oldukca guclu olsa da oyuncularin performansi ve filmde biraktiklari iz acisindan son derece zayif.. Bu J.Moore'un muhtesem performansinin yarattigi bir izleyici algisi midir bilemiyorum ancak bana gore castin onemli isimlerinden ne Kristen Stewart ne de Alec Baldwin’in film boyunca vurucu bir sahnesi bulunmuyor.. Ama yine de Alice'in kizi Lydia rolunde izledigimiz Kristen Stewart'in annesi ile olan diyaloglari ve hastaligin golgesinde olusturduklari yakinligin etkileyici olmadigini soylemek haksizlik olur..

Film icin olumsuz dusundugum tek nokta hastalik suresince yasanan zaman atlamalarinin izleyiciye cok net hissettirilmiyor olusu.. Fakat J.Moore'un oyunculugu oyle hayran olunasi ki her turlu eksiyi yikip gecebilir.. Sonuc olarak fikrim ayni "The Imitation Game" filminde oldugu gibi; Still Alice kesinlikle basrol oyuncusunun konsantrasyonu ile izleniyor..

Yonetmenler Richard Glatzer ve Wash Westmoreland'in nefis karari ile filme dahil olan Julian Moore; muhtesem performansi ile once Cannes sonra Hollywood, Altin Kure, Bafta ve sonunda da Oscar'in sahibi oldu.. Daha fazla gecikmeden Still Alice'i izlenecekler listenize almalisiniz.. 

Gulumseten detay 1 : Alec Baldwin gecen yil Jasmine filmiyle "en iyi kadin oyuncu" oscarini alan Cate Blanchett’in esini oynamisti. Bu yil da Still Alice ile bu odulu alan Julianne Moore'un esini oynuyor.. :)) 

Gulumseten detay 2 : Bu yil Oscar toreninin yildiz konusu uyarlama senaryolardi.. "en iyi erkek oyuncu" oscari "The Theory of Everything" filminde ALS hastaliginin seyri ile Eddie Redmayne'a gitti.. "En iyi kadin oyuncu" oscarini da Alzheimer hastaliginin seyri ile Julianne Moore aldi !

iyi seyirler 
lulu
xxx

14 Nisan 2015 Salı

JEUX D ' ENFANTS





Eger "La Vie En Rose" sarkisini seviyor ve unutulmaz ASK filmleri dendiginde akliniza hizlica "Great Expectations" geliyorsa buyrun size enfes bir film onerisi : Jeux D'enfants.

(Ingilizce : Love Me If You Dare / Turkce : Cesaretin Var Mi Aska ?)

Julien ve Sophie ayni okula giden ve ayni mahallede yasayan iki nefis cocuk !  Disaridan bakildiginda diger cocuklardan farkli gorunmeseler de, yasitlarina gore oldukca farklilar cunku hayran olunasi bir hayal dunyalari var.. Bu iki nefis cocuk; bir teneke kutu yardimiyla oynadiklari cesaret oyunu ile dunyalarini ve cocukluk gunlerini gercek anlamda dolduruyorlar.. 

Oynadiklari oyun sayesinde manasiz yetiskin kurallarina hayran olunasi fikirlerle baskaldiriyorlar ve hayati kendileri icin tam anlamiyla cekilir kiliyorlar.. Hatta oyle ki; ele avuca sigmaz, afacan Julien, olmek uzere olan annesinin hastaligina karsi bu oyun sayesinde daha guclu durabiliyor. 

Filmin Julien ve Sophie'nin cocukluk donemlerinde akan kismi oyle sevilesi, oyle mutluluk verici ki, adeta masal kivaminda.. Izlerken surekli gulumsuyor ve gulumsemelere sik sik kahkahanizi karistiriyorsunuz.. 

Gel gelelim, zaman ilerleyip o masum cesaret oyunu kendini yetiskin olma yolundaki iki gencin eline teslim edince, Julien ve Sophie icin kendilerine bile itiraf etmekte zorlandiklari zamanlar ve giderek daha da uzayan ayriliklar basliyor.. Fakat ayriliklar sonrasindaki her karsilasmalarinda oynadiklari oyun daha heyecanlanarak daha da buyuk cesaretler gerektiriyor.. Oyuna duyduklari tutkuyu Sophie'yi 10 yil aradan sonra gorecek olan Julien'in heyecani ve kelimeleriyle anlatmak istiyorum ama lutfen bu cumleleri hiphizli ve yukselen bir sesle okuyun :)

  "Sophie was back in the game. Pure, raw, explosive pleasure. Better than drugs, better than smack, better than a dope-coke-crack-fix-shit-shoot-sniff-ganja-marijuana-blotter-acid-ecstasy... Better than sex, head,orgies, masturbation, tantrism, kama sutra or thai doggy-style.. Better than banana milkshakes.. Better than george lucas's trilogy, the muppets and 2001. Better than Emma Peel, Marilyn, Lara Croft and Cindy Crawford's beauty mark.. Better than the b-side to Abbey road, Jimmy Hendrix and the first man on the moon.. Space Mountain, Santa Claus, Bill Gates' fortune, Dalai Lama, lazarus raised from the dead. Schwarzenegger's testosterone shots, Pam Anderson's lips.. Woodstock, raves.. Better than Sade, Rimbaud, Morrison and Castaneda..

Better than freedom, better than life !!!" 
 
 Belki her oyun sonrasi hem kendi, hem de yakin cevrelerinin hayatlari alt ust oluyor ancak volumu birbirlerini her goruslerinde artan mantiksiz iddalar sonucu anladiklari yegane sey; bu oyuna duyduklari tutku nedeniyle hayatin aslinda bile bile ellerinden kayip gidiyor olusu.. Filmin sonunda buna tam da kendilerine gore bir dille dur diyorlar.. 

" cap ou pas cap ? " 

Jeux D'enfants'in bir kez degil onlarca, yuzlerce kez izlenebilecek bir ask filmi ya da en bilinir tanimi ile romantik bir komedi.. Filmin Sophie'sini benim seneler once "A Good Year" ile sevip, bayila bayila izledigim ve her izledigimde de bir parca daha hayran oldugum Marion Cotillard, Julien'nini ise ilk kez izledigim Guillaume Canet oynuyor. Filmde bu iki oyuncu nefis is cikartmis olsalar da, cocukluk zamanlarini canlandiran Thibault Verhaeghe ve Josephine Lebas-Joly'nin de oyunculuklari atlamak istemem.

 Yann Samuell'in hem yazip hem de yonettigi 2003 yapimi bu nefis filmi listenize almak icin vakit kaybetmemeniz dilegiyle !
 
iyi seyirler
lulu
xxx

2 Nisan 2015 Perşembe

THE GRAND BUDAPEST HOTEL



2014 yili ikinci yarisinda izlemek icin cok kez niyetlendigim ama bir sekilde ya organize olmayi beceremedigim ya da nedensiz bi tutukluk yasayip erteledigim ama neticede izledigimde masallara es deger buldugum nefis film The Grand Budapest Hotel'i anlatacagim bu kez :)

Avrupa'da hayali bir sehirde gecen, alisik olmadigimiz karakter orneklerinin bir bir karsimiza ciktigi ve uc ayri donemde yasatilan bir film bu..(yasadigimiz zaman diliminde hikayeyi anlatmaya baslayan bir yazar, o yazarin bu hikayeyi dinledigi zaman dilimi ve hikayenin bizzat yasandigi zaman) 

Gustave; filmedeki ana karakterimiz ve Ralph Fiennes'in muhtesem performansi ile filmin tam olarak masal kahramani.. In Bruges filmindeki Harry rolu ile sevmelere doyamadigim Fiennes'i, Gustave karakterindeki performansi ile ne kadar yukarilara cikartsam az kalabilir.. 

Evet.. Gustave, Grand Budapest Otel'in tek sozu gecen calisani ve otelin yasli ve sarisin mudavim musterileriyle parlak :) iletisimler kuran bir jigolo rolunde. Severek yerine getirdigi jigololugunun en buyuk karsiligini ise karsimiza surpriz bir sekilde cikan Tilda Swinton'un canlandirdigi Madame D.'den aliyor.. 

Zero Moustafa bir sekilde Gustave ile beraber calismanin sonuclarina -daha dogrusu maceralarina- maruz kalan otelin caliskan gocmeni rolunde.. Bu rolu Tony Revolori adinda daha evvel hic bir performansini izlemedigim 96 dogumlu Amerikali bir genc sergilemis ve kesinlikle harika bir is cikartmis.. 

Hikayenin anlaticisi olarak kisacik da olsa Jude Law'i gormek ise elbette izleyen herkesin hissedebilecegi gibi gulumseme nedeni.. Ve bir de Willem Dafoe'dan soz etmek istiyorum ben ! lakin filmde anlatacak daha bir cok kisa oyunculuklar olsa da ben Dafoe'nin oynadigi acimasiz psikopat rolunu cok sevdim hatta izlerken cok eglendigimi bile soyleyebilirim !

Filmin konusu kabaca soyle; Gustave'in en buyuk hayrani olan Madame D. servetinin en degerli parcasi olan onemli bir Ronesans tablosunu vasiyetinde Gustave'a birakiyor. Bu habere elbette ailenin acgozlu diger bireyleri karsi cikiyor ve yasal yollarin disinda basliyor bir kovalamaca.. Iste filmde de ailenin psiko bireylerinin Gustave ve Zero Moustafa'ya bu kovalamaca sirasinda yasattigi maceralari izliyoruz.. 

Bu macera esnasinda bir de Zero'nun pastacilik yapan ilk askina da -cok buyuk duygusal beklentiler beklemeden- taniklik ediyoruz. Bu ask vesilesi ile kovalamacanin bir sekilde parcasi haline gelen Saoirse Ronan ile karsilastigima cok mutluyum ben cunku bir donem kendisi ile The Lovely Bones filminde hayat verdigi Susie karakteri ile gercekten tek bedende yasamaya calismistim... Ah Susie...

Bu arada filmin masalsi hissiyatini bana ulastiran en guzel kurgu da filmin bir kac farkli bolumde ve karakter odakli anlatilisiydi.. Wes Anderson'un zekasi ve muhtesem hayal gucu karsisinda saygiyla egilmek istiyorum ! Karakterlerin tamami neredeyse -kisa ya da uzun diye ayirmadan- yildiz oyunculardan olusuyor ve hepsi de birbirinden tuhaf, izlenesi tipler !
 
Ya filmin karlar altindaki dag gorutuleri ?? Icinde bulundugum psikoloji ile kendimi gercekten tam o manzaraya ve hatta o yillara isinlamak istedim !


The Grand Budapeste Hotel tam anlami ile bir basyapit ! Alternatif filmler pesinde kosuyorsaniz bu filmi coktan izlemis olmalisiniz.. Ama tercihiniz sinemanin gise rekorlari kiran vizyon filmlerinden yana ise de lutfen bu filme bir sans verin.. Belki siki bir yon degisimi olacaktir ama siz memnun edeceginden neredeyse eminim ! 

iyi seyirler
lulu
xxx