16 Aralık 2015 Çarşamba

INTO THE WILD


Yazma sevdami beslesin fikriyle, uzerine cok dusundugum film ve kitaplari bu blogda yazmaya baslayali neredeyse bir sene olmak uzere.. Ilk sene kutlamasi adina "ne okumali" ve "ne izlemeli" diye tek bir tavsiye sorsaniz; verecek cevaplarim son derece net. 

 Sean Penn yonetmenliginde sinemaya aktarilmis Into the Wild izleyin ve su an okumaya devam ettigim (satir aralarinda adeta dans ettigim) Patti Smith'in M Train'ini okuyun derim.. 

Into the Wild, 2015 yili izlenecekler listemin ilk siralarinda olmasina ragmen onceligi Wild  filmine verdigimden, bir sekilde ayni tadi alirim dusuncesiyle erteledigim bir filmdi.. Gec de olsa izlemis oldugum ve nefis bir hikayeye taniklik ettigim icin cok mutluyum..
 
Chris McCandless ya da vahsi dogadaki adi ile Alexander Supertramp; universite diplomasini ellerine almis, bankada bulunan toplu parasinin ihtiyaci olan birine verilmesini istemis, kalan nakit parasini yakmis, zenginligin verdigi tum luks yasam sartlarina veda edip kendini dogaya adamis ve orada varolma mucadelesi vermis bir cesur yurek.. 

Chris; varoldugu hayattan kacmayi gercekten istemis ve kacmasini engelleyecek yeterli motivasyonlardan yoksun kalmis biri.. Kacma noktasina gelecek cesareti kendinde bulabilmeyi basarmis cunku sorunlariyla yuzlesebilmis.. Aslinda biraz da bencilce davranabilme ozgurlugune erismis diyebiliriz.. Insan empati kurmaya calisa da "biz boyle yetismedik, deger yargilarimiz ve hayat kosullarimiz tamamen farkli" noktasinda takiliyor.. Ancak, onu anlamaya calismak guzel ve imrenmemek imkansiz gibi.. En guzeli de; bunun Chris icin icsel bir seruven olusu ve onun tum kizginliklarini bir bir birakmasina, daha dogrusu affetmenin hafifligiyle dolusuna taniklik etmek..

Film boyunca aslinda cok basit bir sey anliyoruz.. Chris yasadigini hissetmek istiyor.. Tek istedigi bu.. Mesela; "Bana aski, parayi, sohreti degil, gercegi verin" diyor.. Hayatta guclu olmak icin kendini zorunlu hissetmese de, bir kez olsun kendini ve gucunu tartmak istiyor. Bunun icin de harika bir cumle icinde bize sunu fisildiyor ; 

"Kor ve sagir bir tasla tek basina kalip, yuzlesmek gerekli"... 

Chris'in gercek bir arinma yasayip, sonunda geldigi nokta uzucu lakin tum arinmisliklari sonrasi olumu hissetmeye basladiginda caresizce bir "el" aradigini dusunmeden edemiyoruz..

Film, kafaniza binlerce soru hucum ettirirken, Emile Hirsch'den muthis de bir oyunculuk izletiyor. Sanki oyunculuk degil de, gercek oldugunu bildigimiz hikayenin ta kendisine sahitlik ediyormus kadar etkileyici bir performans. O nedenle de gozlerimizden kontrolsuzce sevgi ve minnet dolu yaslar suzuluyor.. Ayrica film boyunca kiz kardes sesinden yapilan voice over'i da cok guzel bir dokunus olmus.. Hem Chris hakkinda verdigi gecmise dayali bilgiler, hem abisine yakin bir kizkardes olarak kendi duygularinin inis ve cikislari, hem de Chris'in yoklugunda anne ve babasinin yasadigi icsel gelisimi kesinlikle cok etkileyici kilmis.. Hatta bu sayede modern hayata uyum saglamayi reddeden Chris'in inatci yanini bize daha iyi aktarilmis diye dusunuyorum.. 

Chris McCandless'in gercek hikayesini once Jon Krakauer kaleme alip kitap haline getirmis ve sonra cok sevdigimiz Sean Penn bu hikayeyi film olarak cekmis.. Bir kucuk dip not ; Krakauer ayni Supertramp gibi kendini dogaya vurmus, Alaska'da olum ile karsi karsiya kalmis ancak kendini "sansli" olarak degerlendirip hayatta kalmayi becermis biri.. Dolayisiyla da elestirsel yaklasmak yerine bu hikayeyi kaleme alabilecek dogru insan oldugunu kabul etmek gerekiyor. Ayrica film Sean Penn'in de ilk sinema filmi ! Ve; "ikinci filminde bu filmin uzerine cikabilecek mi?" diye dusunmemize neden olucak kadar iyi..

 Filmin muziklerinin de bir baska efsane oldugunu soylemem gerek ! Pearl Jam'in solisti Eddie Vedder ellerinden cikmis ve film ile tam olarak uyum saglamis bu nefis soundtrack'i mutlaka dinlemelisiiz.. Albumun benim icin en iyisi kesinlikle "Tuolummne" ! Belki kisacik ama cok sey anlatiyor... Acin bi kac doz Tuolummne ve film uzerine kafa patlatin derim.. :) 

iyi seyirler
lulu
xxx
 

9 Aralık 2015 Çarşamba

THE IMPOSSIBLE


Felaket filmlerini pek sevemedim lakin bende onlari izleyecek yurek hic olmadi :) Izledigim bir kac felaket filmi varsa, onlari da mutlaka farkli bir senaryo ile one ciktiklarindan izlemisimdir.. (Perfect Sence mesela..) Dolayisiyla 2012 yili filmlerinden The Impossible'i normal sartlarda izlemeyi dusunmezdim bile.. Ama izlemek icin iki onemli neden buldum. llki Ewan McGregor'in bir baska performansini izlemek, ikincisi ise gercek bir hikaye olusu !

2004 yilinda Hint Okyanusu'nda benim de cok net hatirladigim bir tsunami felaketi yasanmisti.. Saniyorum ki Tayland'in yasadigi en buyuk dogal felaketti ve ulkenin batisindaki kiyi seridini neredeyse yok olmustu.. The Impossible o felaketi yasayan bir ailenin gercek hikayesini anlatiyor.. Filmin basrollerinde (bence muthis bir performans gosteren) Naomi Watts, Ewan McGregor ve de Tom Holland var. Filmin yonetmeni ise Ispanyol J.A. Bayona. (Bayona, 2007'de Ispanya tarihinin en yuksek hasilatli filmi olan "The Orphange"i yaparak, gelmis gelmis en basarili Ispanyol filmine imza atmis..)

Film; uc cocuklı sirin bir ciftin Noel tatili icin Tayland'a gidisi ile basliyor.. Ucak inise gecmeden evvel aile arasinda gecen kisa diyaloglari izliyoruz.. Bu sahnelerin en ilgi cekici noktasi buyuk ogullari Lucas'in kardeslerine olan ilgisizligi.. Aile oteline variyor, yerlesiyor ve aksam yemegi sonrasi Noel icin hazirlanan ve klasik bir uzak dogu gelenegi olan fenerleri gokyuzune saliyorlar.. Bu sahne muthis etkileyici.. Insanin kocaman bir aileye sahip olasi geliyor :) 

Noel sabahi ise aile hediye mutlulugunu paylasip, havuz kenarina iniyor. Baba cocuklari ile havuzda top oynarken tuhaf bir ses ve ruzgarla irkiliyorlar ve dev bir dalganin sahilden uzerlerine dogru gelisi ile hayatlarinin en korkunc anini yasiyorlar.. Bu sirada baba kucuk ve ortanca cocuklari ile beraber havuzda, buyuk oglu ise kacan topu almak icin havuzun disina cikmis durumda. Anneleri de havuz kenarinda ancak onlardan ayri bir noktada bulunuyor.. Sonrasi inanin izlerken bile dayanilmasi zor dakikalar.. Sel sulari arasindan yuzeye cikabilen anne ve Lucas'in bir sekilde birbirlerinin sesini duyusu.. yan yana gelebilmek icin verdikleri inanilmaz mucadele.. Ve, doganin tanimlanamaz ofkesi... Gozyaslarinin kontrolsuzce aktigi, kalp atis hizimizin hic yavaslamadigi dakikalar bunlar..

Lucas guclu ve zeki bir cocuk.. Ciddi bir yaralanmasi yok ancak annenin yaralari oldukca ciddi.. Oyle ki; Lucas annesine bakmaya dayanamadigindan onden yurumeyi tercih ediyor.. (bu sahnede muthis bir sefkat var..) Sular durulup anne ve ogul bulustuktan sonra, sevginin gucunu de kullanarak ve bunu bize de cok net hissettirerek, kurtulus yollari ariyorlar.. Hatta kucuk bir cocugun daha kurtulusunu sagliyorlar ve bir yardim eli gelene dek buyukce bir agacin dallarina siginiyorlar.. 

Lucas ve anne bu sirada aci da olsa Thomas, Simon ve babalarinin hayatta olmalarinin imkansizligi ile yuzlesiyorlar.. Bu aci onlari birbirine ve hayatta kalmaya daha da yaklastiriyor lakin "kim ve ne icin?" hayata tutunmalari gerektigini ikisi de cok iyi hissedebiliyorlar.. Annenin cocuklari icin meslegini askiya almis bir doktor olusu ise yaralarina karsi bilincli davranmasini sagliyor ki boylece bir sekilde hastaneye ulasana dek hayatta kalabilecek gucu kendisinde buluyor.. 

Film; baba yani Henry bolumune gectiginde ise hikaye bambaska bir yone kayiyor ve huzunlu, caresiz ve aci bir secime sahit oluyoruz.. Ancak babanin inatciligi ile ailesini yeniden bir araya getirisi ve o ana gelinceye dek devam eden sahneler cok cok etkileyici..

The Impossible izlemeye deger bir film.. Belki korkunc goruntulerle dolu, oldukca gergin bir izleme olacak ancak duygu akislari gercekten muthis ! Anne-ogul iliskisi ya da babanin ailesi icin direnisi ruhunuza iyi gelecek.. O nedenle bir felaket filmi degil de, gercek bir felaketin beraberinde getirdigi bir casaret masali izleyeceginizi dusunmekte yarar var !

Iyi seyirler,
lulu
xxx