26 Aralık 2017 Salı

PASTORAL SENFONI




İlk Andre Gide okumamı heyecanla tamamladıktan sonra aklıma gelen ilk şey ; içimde uyanan duyguları sakinleştirip kitap hakkında bir kaç cümle karalamam gerektiği oldu, lakin böyle yükselişleri daima paylaşmak istiyorum.. Olur ya bir kişinin dahi ruhuna dokunsa nefis !

Andre Gide; 1947 yılında Pastoral Senfoni kitabi ile Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş Fransız bir yazar ve düşünür... Her ne kadar Katolik Kilisesi tarafından kitapları yasaklanmış olsa da, insanların iç dünyasında ve düşünce şeklinde önemli değişimlere yol açabilecek kuvvetli bir kalem.. Gerçi yasağın temelinde yatan neden de kesinlikle bu kuvvet..

Pastoral Senfoni, bir papazın kör bir genç kıza karşı günden güne büyüyen duygularını anlatan; kari-koca ilişkilerinin, din, mezhep ve aile bağlarının Ask’ın karşısında nasıl da yok sayılabildiğini gösteren farklı ve beyin açıcı bir okuma.. Yazarın; görme duyusu olmayan, hayatı nerdeyse hiç bir duyusu ile tam olarak deneyimleyememiş bir kız çocuğunun gözü ile dış dünyayı -özellikle sesler eşliğinde- betimlemesi hakikaten lezzetli bir okuma yaşatıyor.. İncecik bir kitap olmasına rağmen son derece derin ve vurucu cümlelerle dolu bir başyapıt olduğunu daha bir kaç sayfa okuduğunuzda anlayabiliyorsunuz...

"Doğru" göreceli bir kavram ve bu incecik kitap bu kavramı müthiş bir dille ifade ediyor..  Okumalarımda en çok iç sesin yoğun olduğu eserleri sevdiğim ve de psikolojik tahlillerin vurucu olduğu yapıtlara yöneldiğim düşünülürse; Pastoral Senfoni bu anlamda beni sıkı sıkıya yakalamış bir eser oldu diyebilirim.. İnsan tepkilerine dair yapılan duygusal tespitler öyle etkileyici ve öyle yalın olarak anlatılmış ki; okuyucuyu alıp duvarlara da vurabiliyor, göğe de yükseltebiliyor..

" Baba seni suçlamak bana düşmez, fakat bana yol gösteren senin yanlışın oldu".

Bir nefeste okuduğum bir kitabi, kaç nefes düşünmek zorunda kaldığımı düşününce hakikaten kitapların sayfa sayısının insan üzerindeki etkisinin yanıltıcı olabileceğini de bir kez daha hatırlamış oldum..

NOT : Pastoral Senfoni’yi okurken muhakkak ki Beethoven’in “Pastoral Senfoni”sini de dinlemelisiniz hatta belki müzik eşliğinde okuma yapabiliyorsanız tüm okumanız bu senfoni eşliğinde olmalı. Birbirlerine muazzam yakışıyorlar ve okuma anında satırlar sakince notalara dönüşüyor sanki.. Bence bu kitabi daha iyi hissedebilmek için iyi bir yol.. ;) Ya da bir Paris seyahatinde yazarın zamanında müdavimi olduğu Les Deux Magots'da baslayip bitebilir kitabınız.. 

iyi okumalar
lulu
xxx

18 Ocak 2017 Çarşamba

2016 Sinema Gunlugu...


2016 sinema günlüğüme bakinca kendimi öpesim geliyor, lakin 150 film hedefi koymuşken yilin sonunda 160’i bulmuşum ! Sanirim evli, çocuklu ve yoğun calisan biri için hic hic fena bir rakam değil.. ;)

Elbette bu rakami bulmamda Alpico’nun hatiri sayilir bir desteği olduğunu unutmamak lazim.. Nefis animasyonlar, Star Wars serisi ve ufaktan basladigimiz Tim Burton filmleri sayesinde cocuk da sinefil olma yolunda hizla ilerliyor… :) Ayrica sevdigim filmleri onunla yeniden izlemek, onun sevdiklerini ya da heves ettiklerini ayni hevesle izlemeye geçmek cok cok iyi hissettiriyor ! 

Bu duygularimin yaninda 2016 yili cevremdeki herkes gibi benim icin de zor bir yildi.. Kafami gomdugum yerden ya da bunaltici gundemden kendimi cekip alabilmek icin sinemanin iyilestirici etkisine kendimi adeta teslim ettim.. 

Aslinda demek istedigim su ki; 2016 yilinda cok iyi yapimlar izleme firsatim oldu ve aklima kazinan, tavsiye edebilecegim filmleri sinemaseverler icin sinif sinif listeledim.
Ne de olsa listelemek tam olarak benim isim… ;)

Fransiz Sinemasi : Cafe de Flore, Elle, Les Invasions Barbares

Italyan Sinemasi : The Great Beauty, Youth

Kuzey Sinemasi : Blind, En du elsker, Kaerligned Pa

Macar Sinemasi : Saul Fia

Yunan Sinemasi : The Lobster

Aksiyon : Sicario

Kult filmler : Fight Club , The House of Spirits, Momento, Zorba The Greek, Mulholland Drive, Star Wars serisi (toplam 7 film), Momento, Taxi Driver, 12 Angry ManCafe Society (Her Woody Allen filmi bir kult benim icin..) 

Gercek Hayattan Uyarlama : Revenant, Sully, Colonie, The Life of David Gale, Spotlight, The Lady in the Van, The Social Network, The Danish Girl, Trumbo, Freeheld, Steve Jobs, The Normal Heart, Pele; Birth of Legend, Dallas Buyers Club, Born to be Blue, Anthropoid.

Kitap Uyarlamasi : Carol, Room, The Macbeth.

Gec olsun guc olmasin filmleri : Birdman, The Man From Earth, Black Swan.

A-Acaip film deneyimleri : Knight of Cups, Life in a Day.

Festival Yildizi : Captain Fantastic.

Romantik Komedi : 5 to 7, Leap Year, Love Rosie, Blue Jay, Before Uclemesi (Sunrise / Sunset / Midnight).

Animasyon : Anomalisa, The Good Dinosaur, The Peanuts Movie, Zootopia, Wall-E.

 

Belgesel : Cowspiracy; The Sustainability Secret, Patti Smith; Dream of Life.


iyi seyirler
lulu
xxx

3 Ocak 2017 Salı

12 ANGRY MEN



2016 yilini bitirmeden "izlenmemiş olan kult filmler bir bir eksilsin!" karari almistim, karar sekteye uğramadan ilerledi.. Oldum olasi istikrarli biri olmuşumdur zaten.. :)

1957 yapimi, Sidney Lumet yonetmenliginde sinema dunyasina armagan edilmis ve IMDb’nin “top rated movies” listesinde yer alan 12 Angry Men bu filmlerden biri.. Ayrica da ABD Kongre Kutuphanesi tarafından kültürel, tarihi ve estetik acisindan önemli gorulup, ABD Ulusal Film Arsivi’nde koruma altina alinmıs durumda...

Bana gore film, Henry Fonda’nin (Jane Fonda’nin babasi) inanilmaz bir performans sergilediği bir sorgulama harikasi ! Bir duruşmada cinayet ile suçlanan genç bir cocugun; jüri üyeleri arasinda yeniden değerlendirmeye alinisi ve bu değerlendirme sirasinda jüri uyeleri arasinda yasanan diyaloglari içeren ve de yalnızca tek bir mekanda cekilmis bir film… Yalnizca bir mekanda cekilmis olmasi akisi zor bir film algisi verse de; filmin odak noktasi yalnızca karakterlerin diyaloglari üzerine kurulu ve muthis bir merak duygusu ile seyirde kaliniyor.. Mesela, hic bir karakterin ismini film boyunca öğrenemiyoruz ya da dava tartisilirken bahsi gecen kişiler kesinlikle isimleriyle anilmiyor.. Juri uyeleri birer numaradan ibaret.. Yalnizca filmin sonunda mahkeme binasindan ayrilan 8 ve 9 numarali juri uyelerinin birbiriyle yeniden tanisip, isimlerini verdikleri vurucu bir sahne var..

Film, ABD adalet sisteminin dev bir eleştirisi niteliğinde.. Yeterli arastirma yapilmadan hemen suçlu bulunan genç bir çocuk soz konusu ve 12 kisilik jüri bu karari kendi arasinda değerlendirip ortak bir karar almakla sorumlu.. Her toplulukta olduğu gibi, juri uyeri birbirinden değişik karakter yapilarina sahip, toplumun farkli kesimlerinden geliyorlar ve iclerinden yalnızca bir jüri uyesi için cinayet bazi şüpheler taşıyor.. Supheleri nedeniyle bu jürinin oyu; cocugun %100 suçlu görülmediği takdirde suçsuz olma ihtimaline odaklandigindan, diğer 11 juri üyesinin tersine “suçsuz” olarak dile geliyor… 11 “suçlu” sonucuna karsi 1 “suçsuz” olmasina rağmen kanunlar gereği durumu aralarinda yeniden değerlendirmek durumunda kaliyorlar..

Tartismalar basladiginda zaman zaman tansiyon da yükseliyor cunku bir cok üyenin dusunce yapilari bir gencin hayati soz konusuyken bile irkci, duyarsız hatta şiddetli bir ofkeye sahip ! 8 numarali jüri ise durmu yalnızca su cumle ile özetliyor; “El’imi kaldırıp bir cocugu olume götüremem”.

12 Angry Men; tartismalar sonrasi fikir degiştiren üyeler nedeniyle oylamalarin sikca tekrar edildiği, karakterlerin kişisel ozelliklerinin tertemiz analiz edilip ruh hallerinin degiskenliginin merak ve heyecanla takip edildiği ve de dengelerin bir bir degistigi nefis bir film, bir basyapit !

Tek bir suphe sizce de kesin doğru görünen bir karari değiştirebilir mi ?

Ve film sonunda aklimiza kazindigi gibi;
Guilty ? 
Not guilty ?

İyi seyirler
x