16 Aralık 2015 Çarşamba

INTO THE WILD


Yazma sevdami beslesin fikriyle, uzerine cok dusundugum film ve kitaplari bu blogda yazmaya baslayali neredeyse bir sene olmak uzere.. Ilk sene kutlamasi adina "ne okumali" ve "ne izlemeli" diye tek bir tavsiye sorsaniz; verecek cevaplarim son derece net. 

 Sean Penn yonetmenliginde sinemaya aktarilmis Into the Wild izleyin ve su an okumaya devam ettigim (satir aralarinda adeta dans ettigim) Patti Smith'in M Train'ini okuyun derim.. 

Into the Wild, 2015 yili izlenecekler listemin ilk siralarinda olmasina ragmen onceligi Wild  filmine verdigimden, bir sekilde ayni tadi alirim dusuncesiyle erteledigim bir filmdi.. Gec de olsa izlemis oldugum ve nefis bir hikayeye taniklik ettigim icin cok mutluyum..
 
Chris McCandless ya da vahsi dogadaki adi ile Alexander Supertramp; universite diplomasini ellerine almis, bankada bulunan toplu parasinin ihtiyaci olan birine verilmesini istemis, kalan nakit parasini yakmis, zenginligin verdigi tum luks yasam sartlarina veda edip kendini dogaya adamis ve orada varolma mucadelesi vermis bir cesur yurek.. 

Chris; varoldugu hayattan kacmayi gercekten istemis ve kacmasini engelleyecek yeterli motivasyonlardan yoksun kalmis biri.. Kacma noktasina gelecek cesareti kendinde bulabilmeyi basarmis cunku sorunlariyla yuzlesebilmis.. Aslinda biraz da bencilce davranabilme ozgurlugune erismis diyebiliriz.. Insan empati kurmaya calisa da "biz boyle yetismedik, deger yargilarimiz ve hayat kosullarimiz tamamen farkli" noktasinda takiliyor.. Ancak, onu anlamaya calismak guzel ve imrenmemek imkansiz gibi.. En guzeli de; bunun Chris icin icsel bir seruven olusu ve onun tum kizginliklarini bir bir birakmasina, daha dogrusu affetmenin hafifligiyle dolusuna taniklik etmek..

Film boyunca aslinda cok basit bir sey anliyoruz.. Chris yasadigini hissetmek istiyor.. Tek istedigi bu.. Mesela; "Bana aski, parayi, sohreti degil, gercegi verin" diyor.. Hayatta guclu olmak icin kendini zorunlu hissetmese de, bir kez olsun kendini ve gucunu tartmak istiyor. Bunun icin de harika bir cumle icinde bize sunu fisildiyor ; 

"Kor ve sagir bir tasla tek basina kalip, yuzlesmek gerekli"... 

Chris'in gercek bir arinma yasayip, sonunda geldigi nokta uzucu lakin tum arinmisliklari sonrasi olumu hissetmeye basladiginda caresizce bir "el" aradigini dusunmeden edemiyoruz..

Film, kafaniza binlerce soru hucum ettirirken, Emile Hirsch'den muthis de bir oyunculuk izletiyor. Sanki oyunculuk degil de, gercek oldugunu bildigimiz hikayenin ta kendisine sahitlik ediyormus kadar etkileyici bir performans. O nedenle de gozlerimizden kontrolsuzce sevgi ve minnet dolu yaslar suzuluyor.. Ayrica film boyunca kiz kardes sesinden yapilan voice over'i da cok guzel bir dokunus olmus.. Hem Chris hakkinda verdigi gecmise dayali bilgiler, hem abisine yakin bir kizkardes olarak kendi duygularinin inis ve cikislari, hem de Chris'in yoklugunda anne ve babasinin yasadigi icsel gelisimi kesinlikle cok etkileyici kilmis.. Hatta bu sayede modern hayata uyum saglamayi reddeden Chris'in inatci yanini bize daha iyi aktarilmis diye dusunuyorum.. 

Chris McCandless'in gercek hikayesini once Jon Krakauer kaleme alip kitap haline getirmis ve sonra cok sevdigimiz Sean Penn bu hikayeyi film olarak cekmis.. Bir kucuk dip not ; Krakauer ayni Supertramp gibi kendini dogaya vurmus, Alaska'da olum ile karsi karsiya kalmis ancak kendini "sansli" olarak degerlendirip hayatta kalmayi becermis biri.. Dolayisiyla da elestirsel yaklasmak yerine bu hikayeyi kaleme alabilecek dogru insan oldugunu kabul etmek gerekiyor. Ayrica film Sean Penn'in de ilk sinema filmi ! Ve; "ikinci filminde bu filmin uzerine cikabilecek mi?" diye dusunmemize neden olucak kadar iyi..

 Filmin muziklerinin de bir baska efsane oldugunu soylemem gerek ! Pearl Jam'in solisti Eddie Vedder ellerinden cikmis ve film ile tam olarak uyum saglamis bu nefis soundtrack'i mutlaka dinlemelisiiz.. Albumun benim icin en iyisi kesinlikle "Tuolummne" ! Belki kisacik ama cok sey anlatiyor... Acin bi kac doz Tuolummne ve film uzerine kafa patlatin derim.. :) 

iyi seyirler
lulu
xxx
 

9 Aralık 2015 Çarşamba

THE IMPOSSIBLE


Felaket filmlerini pek sevemedim lakin bende onlari izleyecek yurek hic olmadi :) Izledigim bir kac felaket filmi varsa, onlari da mutlaka farkli bir senaryo ile one ciktiklarindan izlemisimdir.. (Perfect Sence mesela..) Dolayisiyla 2012 yili filmlerinden The Impossible'i normal sartlarda izlemeyi dusunmezdim bile.. Ama izlemek icin iki onemli neden buldum. llki Ewan McGregor'in bir baska performansini izlemek, ikincisi ise gercek bir hikaye olusu !

2004 yilinda Hint Okyanusu'nda benim de cok net hatirladigim bir tsunami felaketi yasanmisti.. Saniyorum ki Tayland'in yasadigi en buyuk dogal felaketti ve ulkenin batisindaki kiyi seridini neredeyse yok olmustu.. The Impossible o felaketi yasayan bir ailenin gercek hikayesini anlatiyor.. Filmin basrollerinde (bence muthis bir performans gosteren) Naomi Watts, Ewan McGregor ve de Tom Holland var. Filmin yonetmeni ise Ispanyol J.A. Bayona. (Bayona, 2007'de Ispanya tarihinin en yuksek hasilatli filmi olan "The Orphange"i yaparak, gelmis gelmis en basarili Ispanyol filmine imza atmis..)

Film; uc cocuklı sirin bir ciftin Noel tatili icin Tayland'a gidisi ile basliyor.. Ucak inise gecmeden evvel aile arasinda gecen kisa diyaloglari izliyoruz.. Bu sahnelerin en ilgi cekici noktasi buyuk ogullari Lucas'in kardeslerine olan ilgisizligi.. Aile oteline variyor, yerlesiyor ve aksam yemegi sonrasi Noel icin hazirlanan ve klasik bir uzak dogu gelenegi olan fenerleri gokyuzune saliyorlar.. Bu sahne muthis etkileyici.. Insanin kocaman bir aileye sahip olasi geliyor :) 

Noel sabahi ise aile hediye mutlulugunu paylasip, havuz kenarina iniyor. Baba cocuklari ile havuzda top oynarken tuhaf bir ses ve ruzgarla irkiliyorlar ve dev bir dalganin sahilden uzerlerine dogru gelisi ile hayatlarinin en korkunc anini yasiyorlar.. Bu sirada baba kucuk ve ortanca cocuklari ile beraber havuzda, buyuk oglu ise kacan topu almak icin havuzun disina cikmis durumda. Anneleri de havuz kenarinda ancak onlardan ayri bir noktada bulunuyor.. Sonrasi inanin izlerken bile dayanilmasi zor dakikalar.. Sel sulari arasindan yuzeye cikabilen anne ve Lucas'in bir sekilde birbirlerinin sesini duyusu.. yan yana gelebilmek icin verdikleri inanilmaz mucadele.. Ve, doganin tanimlanamaz ofkesi... Gozyaslarinin kontrolsuzce aktigi, kalp atis hizimizin hic yavaslamadigi dakikalar bunlar..

Lucas guclu ve zeki bir cocuk.. Ciddi bir yaralanmasi yok ancak annenin yaralari oldukca ciddi.. Oyle ki; Lucas annesine bakmaya dayanamadigindan onden yurumeyi tercih ediyor.. (bu sahnede muthis bir sefkat var..) Sular durulup anne ve ogul bulustuktan sonra, sevginin gucunu de kullanarak ve bunu bize de cok net hissettirerek, kurtulus yollari ariyorlar.. Hatta kucuk bir cocugun daha kurtulusunu sagliyorlar ve bir yardim eli gelene dek buyukce bir agacin dallarina siginiyorlar.. 

Lucas ve anne bu sirada aci da olsa Thomas, Simon ve babalarinin hayatta olmalarinin imkansizligi ile yuzlesiyorlar.. Bu aci onlari birbirine ve hayatta kalmaya daha da yaklastiriyor lakin "kim ve ne icin?" hayata tutunmalari gerektigini ikisi de cok iyi hissedebiliyorlar.. Annenin cocuklari icin meslegini askiya almis bir doktor olusu ise yaralarina karsi bilincli davranmasini sagliyor ki boylece bir sekilde hastaneye ulasana dek hayatta kalabilecek gucu kendisinde buluyor.. 

Film; baba yani Henry bolumune gectiginde ise hikaye bambaska bir yone kayiyor ve huzunlu, caresiz ve aci bir secime sahit oluyoruz.. Ancak babanin inatciligi ile ailesini yeniden bir araya getirisi ve o ana gelinceye dek devam eden sahneler cok cok etkileyici..

The Impossible izlemeye deger bir film.. Belki korkunc goruntulerle dolu, oldukca gergin bir izleme olacak ancak duygu akislari gercekten muthis ! Anne-ogul iliskisi ya da babanin ailesi icin direnisi ruhunuza iyi gelecek.. O nedenle bir felaket filmi degil de, gercek bir felaketin beraberinde getirdigi bir casaret masali izleyeceginizi dusunmekte yarar var !

Iyi seyirler,
lulu
xxx

27 Kasım 2015 Cuma

ME AND EARL AND THE DYING GIRL

 

2015 yili Filmekimi filmlerinden biri olan ve Sundance Film Festivali'nde (ki kendisi Oscar toreni oncesi en onemli gostergelerden biri olarak kabul edilir) "kurgusal yapimlarda buyuk juri odulu"nu alan Me and Earl and the Dying Girl'u izledim bir sure once.. Genel olarak 2014 yapimi "The Fault in Our Stars (Ayni Yildizin Altinda) filmi ile fazlaca benzestigi soylense de; ben filmden bir baska tad almayi becerebildim.. Hatta illa bir film ile yakinlastiracaksak bunun "The Perks of Being a Wallflower" olmasini daha gercekci buldum.. 

Film; yonetmen Alfonso Gomez-Rejon'un ilk uyarlama calismasi (TV dunyasindan sinemaya transfer oldugundann Me and Earl and the Dying Girl yonetmenin ikinci filmi)

Filmde; "coming of age" yani karakter degisiminin tam olarak gobegi sayilan ergenlik doneminde, kendini okul ve sosyal yasamin disinda tutup, silik bir karakteri oynamaya calisan gec bir adam izliyoruz.. Aslinda bu genc adam; filmi kendi bakis acisi ve sesi ile bize anlattirken, ic dunyasina da acikca taniklik etmemizi sagliyor. Bence filmin en sevilesi ve fark yaratan yanı; hikayenin bize bu sekilde aktarilmis olmasi.. Genc adamimizin adi; Greg. Greg'in tek ve en yakin arkadasi ise Earl. Iki arkadas sinemaya oldukca ilgililer ve okuldan arda kalan vakitlerini sosyallesmek yerine kafalarina gore cektikleri amator filmler icin harciyorlar.. Sonra sahneye Rachel, Rachel'in hastaligi ve anne zorlamalari uzerine Greg'in Rachel ile kurdugu arkadasligi geliyor..

Greg bize filmi anlatirken belirli bir kronoloji ile ilerlemiyor ve kanser gibi acitasyonu bol bir konuyu gercekci yaklasimlarla romantizmden net cizgilerle ayiriyor.. Gerci film sona yaklastikca minik romantik yoklamalari da hissetmiyor degiliz.. Ama yine de; Greg o romantik yoklamalari "hasta kizimiz olmeyecek, korkmayin" tavri ile derin derin hissetmemize izin vermiyor.. 

Fimde Thomas Mann hikayenin anlaticisi olan Greg rolunde. Mann; ergenlik donemi yasayan, kendini sevmeyen ve icine donuk yasamayi tercih etmis genc adam portresini kesinlikle cok iyi canlandirmis.. RJ Cyler ise Greg'in en iyi arkadasi Earl rolunde.. Acikcasi Earl filmde oyunculugunu en sevdigim karakter oldu ! Hasta ve yalniz kizimizi ise Olivia Cooke oynamis.. Acikcasi Cooke'i hic duymamistim ama bir Spielberg filminde basrol oynayacak olusunu bu film sonrasi ogrenmek pek hosuma gitti.. 

Bu arada filmde Earl ve Rachel karakterlerine tam olarak odaklanmadigimizi da soyleyebilirim ancak bu hikayeyi Greg gozunden dinledigimizi ve aslinda bir Greg hikayesi izledigimizi kendimize hatirlatirsak bu eksiklik hissi sanirim ki mazur gorulebilir..

Greg'in film sonu hakkinda baska sinyaller vermesi ve sonrasinda cok baska bir sekilde noktalamasi beni gozyaslarima teslim etmis olsa da; cok fazla melodram icermeyen ve izledigimiz dakikalari dolu dolu yasatan (ama sinema hafizamizda ciddi izler birakmayan) filmi izlenecekler listenize rahatlikla ekleyebilirsiniz.. Lakin film "Young Adult" turu icin hic de hafife alinmayacak bir hikayeye sahip..

iyi seyirler !
lulu
xxx

11 Kasım 2015 Çarşamba

ZORBA


Zorba kitabini yillar evvel, henuz kendimi tam olarak tanimadigim zamanlarda okumustum. Iyi bir kitapti o kesin ama ben ne anlamistim ?!

Bazi kitaplar vardir, insan o kitaplari hayatindaki onemli yas araliklarinda tekrar tekrar okumali derler. Zorba iste tam olarak boyle bir kitap.. Basucunuzda duracak ve her el attiginizda hayatiniza anlam yukleyecek bir cumle denk gelecek !

Uzun zamandir, otuz yasini asmis ve meditasyon sayesinde kendime dair kesifleri bir bir yapmaya baslamis ben; Zorba'nin ogretilerini yeniden okumak istiyordum.. Ne zaman ki, yazar Kazancakis'in bir donem yasadigi Yunan adasi Aegina'yi ve dolayisiyla da Kazancakis'in evini ziyaret ettim, iste o seyahatten Zorba'yi yeniden okuma sozu ile geri dondum.. 

"Zorba" ya da original adi ile "Vios Kai Politeria Alexi Zorba" edebiyat dunyasinda Kazancakis'in tam olarak "olgunluk donemi" calismasi olarak degerlendiriliyor ve bir yasam klavuzu olarak kabul goruyor. Kazancakis'in evini ziyaret ettikten sonra hazirladigim postta (yaziya buradan ulasabilirsiniz) bahsettigim gibi; Kazancakis'in mezar tasi uzerinde yazan ve romanin bas kahramani olan sevgili Aleksi Zorba'nin agzindan dokuldugu dusunulen cumle bile basli basina bir yasam klavuzu niteliginde... 

"HICBIR SEY UMMUYORUM, HICBIR SEYDEN KORKMUYORUM; OZGURUM" 

Ilk okumamin yuzeyselligini hic elestirmeden, bu kez kitabin her sayfasini sindire sindire okudum. VE, muthis Kazancakis cumleleri arasinda gizlenmis hayat isigini gordum !!

Zorba kitabinda; adini bilmedigimiz genc bir yazar tanir ve onun agzindan anlatilagiden bir hikayeyi dinleriz.. Hayattan beklentilerini kaybetmis, mutsuz biri olan yazar; kendini bulmak ve adada bulunan komur madenini isletmek icin Yunanistan'in Girit adasina yol alirken kaba-saba ama muthis bir hayat enerjisi olan orta yaslarini az gecmis bir Yunanliyla tanisir.. Yani Aleksi Zorba ile.. Genc yazar, Zorba ile ettigi doyulmaz bir tanisma sohbeti sonrasi onu ustabasi olarak ise alir..

Yazar; bu sehvetli, heyecanli, asiriya kacan davranislarina ragmen muthis hayat dersleri aldigi Zorba ile bir kac yilini omuz omuza gecirir. Zorba'nin hayat felsefesi sayesinde bakis acisi ciddi bir degisime ugrar ve biz de okuyucu olarak onun bu degisimini olaganustu Kazancakis cumleleriyle icimize cekeriz..

Yenilgileri hatta hezimetleri bile umursamayan muthis adam Zorba'ya gore; yenilgiler hayatin en kacinilmaz yanlarindan biridir ve biz faniler yenildikce zafere yaklasiriz.. Zorba; kitap boyunca bize tam olarak mutlulugu tanimlar ve hayatin yalnizca yasanmasi gerektigini ogutler durur ! Bize bunu oyle hergelece anlatir ki; hayat Zorba'nin ellerinde cocuk oyuncagi gibi gorunur insana ve onu doya doya, umarsizca yasamak ister..

En guzeli de mutlu olurken, mutluluk da sacabilecegini kesfediverir !

Zorba ozgurluktur..
Zorba bir sevgi yoludur...
Zorba "insan yuregini yaralamanin hic bir faydasi olmaz"i en guzel anlatandir !

Soyleyecek kelimeniz mi kalmadi ? Hadi o zaman Sirtaki'ye.!

iyi okumalar
lulu
xxx

3 Kasım 2015 Salı

BEGINNERS



Dusundum de; Ewan McGregor'in oyunculugunu sevmeyen birini bulmak sanirim samanlikta igne aramak gibi bisi olurdu.. Film dunyasi icinde, yasam sekliyle diger meslektaslarindan siki bir manevra ile ayri duran bir adamin genelleme yapabilecek kadar sevilesi bir oyuncu olmasi guzel bir durum..

"Beginners" filmini izledikten sonra, listeme girmis tum Ewan McGregor filmlerini izlemis oldum. Acikcasi bu da benim icin guzel bir sine-tatmini..

Filmi izlemeden evvel bir sitede "modern bir romatizm ve esprili bir trajedi" cumlesini gormustum.. Sanirim bu cumlenin tam olarak filmi ozetledigini soyleyebilirim. 

Beginners filminde, Ewan McGregor'i hayata dair umutlarini kaybetmis ve ardindan babasinin olumu ile daha da sarsilmis Oliver rolunde izliyoruz.. Oliver; babasinin olumunu kabul etmek icin kendi ic dunyasi, cocuklugu, gencligi ve yakin gecmisi arasinda buyuk duygusal mucadeleler veriyor ve biz de onun bu mucadelesine taniklik ediyoruz..

Film; asik olmakta zorlanan degil de, asik oldugu yerde tutunamayan Oliver'i tanitiyor once.. Sonrasinda esinin olumuyle escinsel oldugunu aciklayan Oliver'in babasini taniyoruz.. Baba nefis bir model.. Ileri yasina ragmen, ozgurlugunu ilan etmenin coskusunu hayran olunasi bir yasam enerjisiyle besliyor ve bu sayede istedigi "gercek" hayati yasamaya basliyor.. Ancak; bu muthis ozgurlesme sonrasi Oliver'in babasina kanser teshisi konuyor.. 

Filmde ayrica Oliver'in bir partide tanistigi Anna ile yurutmeye calistigi iliskisini de izliyoruz.. Oliver ve Anna'nin birliktelikleri oyle guzel izleniyor ki ! Aralarindaki tutkunun, cocuksu sevinclerin, gel-gitlerin ve sert inis-cikislarin guzelligi filmin sonunda cikmazlarin nasil asilabilecegine dair hos bir ornek..

Begginners duygularimiza bazen siddetle, cogu zamansa sakince ama uzun uzun dokunan bir film.. Alisik olmadigimiz bir baba-ogul iliskisi izlemenin keyfi bir yana, kosulsuzca sevdigimiz insanlara dair de aklimizi ciddi anlamda isgal ediyor.. Oliver ve babasinin olabildigince samimi ve izlemeye doyamayacaginiz bir iletisimleri var.. Gercekten cok cok etkileyici !

Filmin oyuncu kadrosu cok genis olmamakla birlikte, fazlasiyla sevilesi.. Ewan McGregor esas adamimiz.. Esas kizimiz ise; oyunculugu yaninda, mukemmel olculerden uzak olusu yuzunden filme daha da yakistirdigim Melanie Laurent. Oliver'in babasi rolundeyse sevgili Christopher Plummer var ! Bana kendini en cok "Yukari bak" animasyonundaki seslendirmesi ile sevdiren ve Beginners sonrasi "Ejderha Dovmeli Kiz"i bile izlemeyi dusunduren adamdir kendisi.. Plummer; Beginners filminde nefis/enfes/doyulmaz bir baba rolu oynamis ve sonrasinda da "En iyi Yardimci Erkek Oyuncu" dalinda Oscar odulunu kapmistir.. :) 

Filmin yonetmeni ise daha once hic bir filmini izlemedigim, hakkinda tek kelime bilmedigim; Mike Mills. Mike; bu filmi hem yazmis, hem de yonetmis.. Ve bence cok iyi bir is cikartmis..

Filme dair beni en mutlu eden sahne; "ici bembeyaz olan bir cerceve goruntusu.. cercevenin icinde gorunen bir kol.. o kolun elinde tuttugu minik bir papatya buketi" ve hemen ardindan o sahneyi betimleyen iki kelime : 

"sadelik ve mutluluk".. 

Iyi seyirler
lulu
xxx

30 Eylül 2015 Çarşamba

SALMON FISHING IN THE YEMEN


 

Ewan McGregor'u izlemeyi ozledigimden acaba izlemedigim bir filmi var mi diye tum filmlerini gozden gecirince daha evvel adini hic duymadigim "Salmon Fishing in the Yemen"i hizlica izlemeye koyuldum.. 

Ewan McGregor'a filmde "Seytan Prada Giyer" filminden de hatirlayacaginiz; Emily Blunt eslik ediyordu. Filmin yonetmeni ise Lasse Hallstrom.. Lasse; izleyen herkesin aklini basindan alan "Chocolate" ve bu yil icinde izleyip mutluluklardan mutluluk begendigim "Hundred Foot Journey" filmlerinin de yonetmeni.. 

Film aslinda romantik bir komedi olsa da "Ask" disinda da anlatacaklari var. Hayalleri pesinde kosmayi tercih eden insan ornekleri sayesinde izleyiciye guzel bir yol aciyor. Ayrica saglam bir inanc kavrami da islenmis.. Neye ve kime inandiginizi degil de, bir inancinizin olusunun gercekten onemli oldugunu hatirlatiyor insana..

Harriet ve Alfred; Yemen'li uber zengin ve idealist bir seyh sayesinde yollari kesisen iki guzel ruh.. Alfred evli, Harriet'in ise henuz cok taze bir iliskisi var.. Mary ile evli olan Alfred'in cok mutlu olmadigini, Harriet'in ise asker yolu gozlemek zorunda kalacagi mutlu ve heyecanla devam eden bir iliskisi oldugunu henuz filmin basinda hissediyoruz.. Harriet'in basina gelen "evlerden uzak" bir tecrube sonrasi isine sarilmasi sonrasinda iki guzel ruhumuz arasinda cok izlenesi ve samimi bir iliski yasanmaya basliyor.. (ki bu noktada Alfred'in Harriet'e verdigi destek fazlasiyla icten ve duygulari harekete gecirmeye yeterli)

 Acikcasi film sirasinda Alfred'in naif, akilli ve sefkatli Harriet'e hangi noktada asik oldugunu ya da yakinlasmaya basladigini kestirmek zor..(Benim inanmak istedigim hikaye; esi Mary ile mutlu olmayan ve derin bir yalnizlikta olan Alfred'in Harriet'e bu uzaklasma sonrasi asik oldugu..)

Bu arada filmin siyasi bir elestrisi de var ancak bu elestirileri bize sunus sekli oldukca komik olmus.. Bu nedenle de romantik bir komediye bulasmis siyasi izler ve sistem elestirisi izleyici bence hic rahatsiz etmiyor. Ozellikle MSN yazismalarinin gulumsettigi bile soylenebilir..

- Prime minister, Can you really fish ?
* YES
- really ?
* NO


Salmon Fishing in the Yemen; sakince ilerlerken insanin icinde tuhaf bir heyecan da yaratarak izleniyor.. Buna bir Ingiliz gelenegi de denebilir aslinda..

Benim icin, yani meditasyon sayesinde ilk once kendini sorgulamayi ogrenmeye calisan biri icin; filmin cok da guzel bir yani var.. Tum calismalar basariya ulasmisken yapilan terorist bir saldiri ile tum emekleri bosa giden seyh ve Alfred'in sucu once kendilerinde aramalari gercekten cok izlenesiydi ! Izlerken, "Dunya'da boyle insanlar daha cok olsa" diye icimden gecirdigimi cok net hatirliyorum !

"Salmon Fishing in the Yemen" kesinlikle lezzetli bir film ! Alin elinize sevdiginiz bir atistirmaligi ve arkaniza yaslanin.. Belki hayatinizin filmini degil ancak asla pisman olmayacaginiz naif bir romantizm izleyeceksiniz ;)

iyi seyirler
lulu
xxx

7 Eylül 2015 Pazartesi

BIG EYES


Bir baska Burton filmi ile merhaba !

Tim Burton belki de sinema dunyasinin en bilinen ve en cok sevilen yonetmenlerinden biri.. Sweeney Toodd : Fleet Sokaginin Seytan Berberi (ki benim en birinci Burton filmim budur), Alice Harikalar Diyarinda, Ed Wood, Big Fish, Charlie'nin Cikolata Fabrikasi, Beter Bocek diye uzayan enfes filmlerini ve abartinin dik alasi olan karakterlerini gercekten hayranlikla, defalarca ve bikmadan izleyebiliyoruz.. Ayrica, Tim Burton ile Johnny Depp'in dostlugundan da oldukca memnunuz. :)

Big Eyes, Burton'un 2014 yili filmi olarak mujdelenince meraklilarini oldukca heyecanlandirmisti.. Film her ne kadar daha onceki Burton filmleri kadar gotik temali ve siradisi bir hikaye olmasa da; onun ozledigim dunyasinin sinirlarinda gezindigimden beni cok mutlu etti. Dahasi film gercek bir yasam hikayesinden esinlenerek ortaya cikmisti ve bu kesinlikle izlerken alginizi ve merakinizi daha da yuksege cekiyordu.. Her ne kadar bir Burton filmi oldugunu unutacak kadar normal bir seyir ya da daha dogrusu olagan karakterler izliyor olsak da bu bir Tim Burton filmi ve ancak o boyle huzunlu bir hikayeye bu denli zeki mizah unsurlari katabilirdi..

Filmin bas kahramani 1950'li yillarda buyuk gozlu insan portreleri yapan unlu ressam Margaret Keane. Film, Keane'in hayatinin bir donemi anlatiliyor. Margaret; zor giden evliligini kizini da yanina alip ardina bile bakmadan bitiriyor ve yeni bir yasam kurmaya cabalarken ressam oldugu yalanina cevresindeki herkesi inandiran firsatci Walter ile tanisiyor.. Aralarindaki iliski hizla gelisen cift kisa bir surede evleniyorlar ancak bu evlilik Margaret'i bir onceki evliliginden cok daha buyuk bir kaosun icine birakiyor. Lakin; Walter Margaret'in yaptigi tum portreleri kendi resimleriymis gibi pazarliyip, durumu anlayan Margaret'e de bunun bir pazarlama taktigi oldugunu soyleyip duruyor.. Guzel paralar kazanip, harika bir evde yasiyorlar ancak bu yalan Margaret'i adeta kendi evine ve resim studyosuna hapsediyor.. Durum dayanilmaz bir hal alip, Walter'in yalanlari gunden gune artis gosterince Margaret adeta silkelenip kendine geliyor ve basliyor bir hesaplasma sureci..

Margaret karakterini canlandiran Amy Adams filmde alabildigine naif ve abartisiz bir oyunculuk sergiliyor.. Walter'i canlandiran Christoph Waltz ise tam olmasi gerektigi kadar itici ve kendisini nefretle izletiyor. Waltz'in bu oyunculugu ile Altin Kure adayligi almis olmasi meger hic de haksizlik sayilmazmis..

Tim Burton filmlerini ozlemisseniz, simdiden iyi seyirler !

lulu
xxx

13 Ağustos 2015 Perşembe

JUST KIDS / COLUK COCUK


 

Patti Smith.. 

Beni etkileyen tam olarak nedir bilemiyorum ya da etkilendigim onlarca sey oldugundan belki ayristiramiyorum ama en kuvvetlisi hayati oldugu gibi ve sakince kabul etmekteki basarisidir diye dusunuyorum.. O nedenle de 60'li yillardan bahsedilince ilk olarak aklima daima o geliyor. Ona baktigimda dunyanin en guzel kadinina bakiyor ya da muhtesem coverlarini dinledigimde dunyanin en nadide sesini dinliyor gibi hissediyorum..

Just Kids yani Coluk Cocuk kitabi Patti Smith ellerinden cikmis gercek bir basyapit. Kitaba, hamileligimin sonlarina dogru baslamistim. Her sayfasinda gectigi yillara dair yeni seyler ogrenip, agir agir ama sindire sindire okuyup, doguma kadar bitiremezsem endisesi yasiyordum. Ancak; biraz kendi dogam, biraz da meditasyon sayesinde benzerlerinden farkli bir anne-bebek iliskisi yasamaya baslayinca kitabi ayni agir seyirde tamamlayip, 60 ve 70'li yillara dair nefis bilgiler edinip, seruvenimi tamamlamistim..

Coluk Cocuk aslinda bir ask hikayesi ama kitabi tamamladiginizda tum yasanmisliklarin getirdigi agir yuku ve huznu belki de Patti'ye destek olmak istegiyle omuzlarinizda hissediyorsunuz..

Patti Smith'in kendi yasamindan yola cikarak kaleme aldigi kitabin ana karakterleri; Patti Smith ve erkek arkadasi Robert Mapplethorne. Henuz gencecikken yola beraber cikip, sanat aski ve sohret olma yollarindaki tum seruvenlerinin anlatildigi otobiyografik kitap; Robert tarafindan Patti'den yazilmasi istenmis. O nedenle de daha cok Robert'in yukselis ve yokolus hikayesi sayilabilir.. Yine de dogru olan su ki; bu kitap Robert ve Patti'nin hikayesi ! Yalnizca onlarin yasayip ve yalnizca ikisinden birinin kaleme alabilecegi bir masal adeta..

Robert; kendi doneminin aykiri ve asiriya kacan bir yasami benimsemis fotograf sanatcilarindan biri. Patti'nin kitaba "Coluk Coluk" ismini vermesinin nedeni de ortak hayallerle evlerinden ayrilan ve NewYork gibi insan yutmakta uzerine olmayan bir sehirde henuz cocuk yasta birbirlerini bulmus olmalari.. Sanatci olmak yolunda, tum parasizliklarina ragmen yasamaya calisan Patti ve Robert; maddi yetersizliklerinin neden oldugu tum zorluklara karsin hayallerinden asla vazgecmiyorlar.. Aksine ellerine gecen tum firsatlari degerlendiriyor ve bunu birbirlerinden aldiklari muthis bir ilham ile gerceklestiriyorlar.. Cesaretleri, dayanma gucleri ve birbirlerine ulastirdiklari sevgi onlari birer isim ve hep hayal ettikleri gibi "sanatci olmak" yolunda ayakta tutuyor. Dahasi hedeflerine kitliyor..

Robert'in Patti'den uzun sure gizledigi cinsel kimligi, kendini bulma yolunda verdigi mucedeleler ve odedigi bedeller asla yalniz basina yasanmiyor.. Patti Robert'i asla yalniz birakmiyor.. Sabrina, durusuna, hayati algilayisina ve yasadigi olumsuzluklarin kabulune dair hayran olunasi bir kisiligi olan Patti; kitabin seyrinde bize "Ask" oldugunu sanip aslinda bir "hayat arkadasligi" ve "can yoldasligi"ni nasil yasadiklarini anlatiyor..

Aci bir son.. Ama muthis bir hayat var bu kitapta ! Beat kusagina ilgiliyseniz kitap cok da ilgi cekici gelecektir size.. Ve bittiginde muthis bir "hadi" duygusuna kapilacaginiza da eminim.. Insan adim atmak icin kendini tutmak istemedigi bir ruh haline burunuveriyor..!

Janis Joplin, Jimi Hendrix, Jim Morrison, Frank Zappa, Bob Dylan ve Andy Warhol gibi beat kusaginin en sevilesi isimlerinin de kitapta yer bulmasi ve tum bu isimlerin Patti ile Robert'in hayatindan bir sekilde gecmis olmalari muthis.. Hayata tutunabilmek icin kendine "baska bir dunya" kuran Patti elinden cikmis bu muthis agiti mutlaka okumalisiniz..

Patti Smith gibi bir kadini ya da soyle soylemem gerekirse; dunyada oldugu icin her gun varligina sukredilebilecek bir insani bu kitap sayesinde tanimis olmak benim adima uzucu.. Siz daha evvel tanimissaniz ne mutlu size.. Tanimiyorsaniz da hadi ! biran evvel tanisin.. :) Sonra da eminim hepinizin tinisini ve sozlerini cok iyi bildigi ama Patti Smith'e ait oldugunu bilmediginiz o nefis sarkiyi; "Because the Night" i yeniden dinleyin.. (Bruce Springsteen ve Patti Smith bu sarkiyi beraber yazmislar..)

sevgiler
lulu
xxx

10 Temmuz 2015 Cuma

HUNDRED FOOT JOURNEY

 

Filmleri kendi ilgi alanlarima gore okumayi, arastirmayi ve listelemeyi seviyorum ama diger yandan iyi film izlemeyi bilen arkadaslarimin tavsiyelerini de asla es gecmiyorum. "Hundred Foot Journey" o filmlerden biri ! Oyle ki; heyecanlanip, izlenecekler listeme eklemeye bile firsat bulamadan kosar adim izlediklerimden..

Oncelikle bu filmi sevmek icin iki degerli nedenim var.. Biri yemek yapma askim, digeri de hadi deseler yasamak icin aklima gelen ilk yerin hep bir Fransiz koyu olusu.. Ve evet; film bir chef hikayesi ayrica da Fransa'nin guneyinde Saint Antonin Noble Val adinda bir koyde geciyor. :) Hindistan'da restoran isletirken, baslarina gelen felaket sonrasi yurtlarini terketmek zorunda kalan Kadam Ailesi'nin hikayesi..

Buyuleyici guzellikte olan Saint Antonin Noble Val koyune yerlesen Kadam ailesi heyacan icinde en iyi bildikleri isi bu koyde de devam ettirme karari aliyorlar. Karar Fransizlar icin tuhaf ama daha da tuhafi bu restorani muhtesem Madam Mallory'nin islettigi Michelin yildizli Fransiz restorani "Le Saule Pleureur"un hemen karisina acma curretleri :) Bu curret elbette atesli ve heyecanli bir savasa neden oluyor. Taaa ki savasin boyutlari can yakmaya baslaya dek.. Sonrasinda savas bitiyor ve baris sevimli bir dost meclisine donusuyor..

Baba Maison Mumbai'nin restorani; Kadam ailesinin altin cocugu Hassan'in lezzetli ellerinin katkisiyla koyde iyi bir yer ediniyor ve ailenin gelenekleri ve davranis sekli her ne kadar Fransiz kulturuyle taban tabana zit olsa da, el lezzetlerinin Fransiz mutfagina dokunusu ve sahip olduklari iyi yurekleri zaman icinde onlari koyun bir parcasi haline getiriyor.. Hassan ile Le Saule Pleureur'un yardimci ascisi Marguerite arasinda baslayan yakinlasma da iki kultur arasindaki tum farkliliklari bir kenara birakip ortak bir noktada bulusmalari icin harika bir neden oluyor. Oyle ki; zaman icinde Madam Mallory Hassan'in yetenegini kabul edip, aile ile iliskilerini bambaska bir boyuta tasiyor. Mr. Kadam'i ikna etmek her ne kadar zor olsa da, yasanan baris sonrasi Hassan Fransiz restoraninin bir parcasi haline gelip, kendi ascilik gelecegi icin muhtesem bir adim atmis oluyor.

Fimlde Hassan rolunu varligindan bu film ile haberdar oldugum Manish Dayal oynuyor. Dayal; sakin kisiliginin altinda yatan cevherin son derece bilincinde olan; kendine, ellerine ve dahasi kalbine guvenen harika bir karakter ornegi sunuyor. Marguerite'i oynayan Kanadali Charlotee Le Bon'u ise; en populer isi olan Yves Saint Laurent filminden hatirlayabilirsiniz.. Zarifliginin yani sira kulaginiza muthis bir ahenkle yayilan Fransiz aksani sayesinde kendisini daha cok seveceginize kefilim.. Ancak iki karakter var ki; beni film boyunca muthis mutlu edip, uzerine bir de eglendirdiler ! Gururlu ve burnu buyuk Madam Mallory rolundeki Helen Mirren ile inatci bir keci olan Mr. Kadam rolundeki Om Puri.

Hundren Foot Journey; yuzunuzu bir an bile burusturmadan, keyif icinde izleyeceginiz bir film ! Vatanlarindan surulmus Kadam ailesinin belki de dunyanin en zor kulturlerinden birinde kabul edilis hikayeleri..

Bu arada izledikten sonra ogrendigim guzel bir detay var. O da filmin yapimcilarinin Steven Spielberg, Oprah Winfrey ve Juliet Blake olusu.. Yonetmeni ise uzun yillar "en sevdigin film nedir ?" sorusuna verdigim cevap olan Chocolat'in da yonetmeni; Lasse Hallstrom. Bu arada filmin senaryosu da Richard C.Morais'in "The Hundred Foot Journey" isimli romanindan esinlenerek yazilmis.. Yani film aslinda bir uyarlama !

Oprah'in dedigi gibi "moral veren bir hikaye"nin size iyi gelecegi bir vakitteyseniz, hic vakit kaybetmeden filmi izlemeye koyulun derim !

iyi seyirler
lulu
xxx

3 Temmuz 2015 Cuma

BIG FISH



Tim Burton'u kim sevmez ki !? 

Sinema dunyasinin en kendine has kisisinin yillar evvel izledigim ve daima iyi hislerle hatirladigim filmi Big Fish'i gecen aylarda yeniden izledim. Kendime bu denli gercek bir "gulumsemeyi" yeniden layik gordugum icin cok mutluyum.. :) 

Tim Burton'un yonettigi diger filmler gibi Big Fish de fantastik bir film.. Anlatim dili oyle tertemiz ki duygularimiza naif naif dokunan fantastik bir drama oldugu da rahatlikla soylenebilir.. Yalnizca bu filmde diger filmleri kadar gotik gorseller kullanmadigini soylemek gerek.. 

Filmin konusu soyle ; Esi rolunu bayildigim Marion Cotillard'in oynadigi William, olum yoluna girmis olan babasi Edward Bloom icin dogdugu kasabaya geri doner ve efsane hikayelerle herkesi kendine hayran birakan babasiyla yillar sonra yeniden biraraya gelerek onu daha yakindan tanimak ister.. Babasinin anlattigi hikayelere saygi bile duymayan William, bu yakinlasma surecini yine babasinin genclik yillarinda yasadiklarindan yola cikarak anlattigi nefis hikayelerle tamamlar.. Bu noktada cok hos bir detay var. O da Edward Bloom karakterinin genclik donemlerini Ewan McGregor'un canlandirmis olmasi. Kendisi rolu oyle hakkiyla oynamis ki; Edward'in hikayesini aktarirken izleyiciye yasattigi heyecan cok fantastik !

William'in cocukluk yillari, dogdugu gun babasinin "yakalanmasi ne mumkun" dev baligi yakalamis olmasinin efsane hikayeleriyle gecer.. Cocukken tum masumlugu ve babasina duydugu guven ile dinledigi hikayeye buyudukce inancini kaybeden Will, dugunu sirasinda babasinin yine ayni hikayeyi anlatmasina oldukca sert bir tepki verir ve boylece ikilinin arasina 3 yil kadar surecek bir sessizlik girer.. Will ve Edward, bu sure boyunca degil birbirlerini gormek telefonda bile konusmazlar.. Ta ki Edward'in sagligi cikmaza girene kadar.. Will, annesinin telefonu sonrasi hamile olan esi Josephine'i de alarak Alabama'ya aile evine geri doner ve baslar yeniden baba hikayeleri !

Edward'in yasadigi kasabaya dar gelen hayat tutkusunu da yanina alip bir dev ile yola cikisi.. Yolculuk sirasinda takip ettigi yol sayesinde Spectre isimli ayakkabilarini cikartmak zorunda oldugu kasabaya ulasmasi.. Kasabada edindigi kucuk bir kiz arkadas ve ona geri donme sozu verip yoluna devam etmesi.. Devam yolunda hayatinin askina bir sirkte rastlamasi.. Sirkte asik olup sonra da izini kaybettigi kiza ulasabilmek icin o sirkte calismak zorunda kalisi ve ancak sirk sahibin bir kurtadam oldugunu anlayip sevdigi kadinin gercek bilgilerine ulasmasi... (Bu arada Sirkin sahibi; oyunculuguyla "minik bir dev" olarak gordugumuz Danny DeVito) Hayatinin askina ulasan Edward'a ani bir askerlik emri alisi. Maceralarla dolu askerlik gunleri sonucu, oldugu zannedilirken sevdigi kadina geri donusu.. VE, tum bu maceralar boyunca iyilik yaptigi insanlarin bir sekilde onun hayatina geri donusleri.. (Tam bir Karma !)

 Tum bu hikayeleri Edward'in yani Evan McGregor'un coskulu anlatimi ve heyecanli tavirlariyla gozumuzu kirpmadan izliyoruz ve "biz" inanmamak icin neden bulamiyoruz.. Ancak "Will" biz degil... O babasina bu hikayelere inanmadigini ve gercegi bilmeye ihtiyaci oldugunu soyluyor.. Bu gercekle yuzlesebilmek icin de Spectre kasabasina gidiyor ve artik kocaman bir yetiskin olmus Edward'in kucuk kiz arkadasi Jenny'ye ulasiyor..
 
Dahasini anlatmak buyuk spoiler olacak ! O nedenle susuyorum..

Filmi izleyin sonra bir de Danny Elfman tarafindan kaydedilen film muziklerine kulak verin..

ENFES !

iyi seyirler
lulu
xxx

2 Temmuz 2015 Perşembe

BOYHOOD

 
 
2015 Oscar toreninin en buyuk favorisi “Boyhood” filmiydi.
 
Film; henuz festivallerde gosterime bile girmeden konusu nedeniyle merak uyandirmisti lakin sahsina munhasir yonetmenimiz Richard Linklater tarafindan cekilen film, siradan bir hayati siradisi bir dusunce ile tam 12 yil boyunca ve ayni oyuncularla bize aktaracakti. Yaklasik uc saatlik uzun bir filmdi. Uzerine bir de dramaydi ancak gercekten daha once benzerini gormedigimiz bir film bekliyordu bizi.. Haliyle izleyene dek meraklilarini heyecanlandirdi !
 
Mason; Boyhood'un basrol karakteri ve kendisini 6 yasindayken taniyoruz. Ellar Coltrane’in canlandirdigi Mason karakterini 12 yil boyunca yilin belirli zaman dilimlerinde ceken Linklater, Mason'i 18 yasinda bir delikanli haline getirerek bizlere muthis bir buyume hikayesini sunuyor.
 
Boyhood dedigim gibi uzun bir film ancak bana gore zaman sureci cok iyi islenmis. Duygulari onemsiyor ve gecen yillar icinde Mason'un yasadigi onemli duygusal ve fiziki noktalari nefis yakaliyor. Filmin gectigi donemlerin populer yasam dinamikleri de ayni sekilde cok cok iyi yakalanmis.. Mason'in 12 yillik yasam akisini izlerken bi anlamda biz de keyifli bir nostajli yasiyoruz.. (Bu arada filmin soundtrack albumu de film kadar uzun ve de nostaljik. Albumde her biri kendi yillarinda hit olmus 36 sarki var. Mutlaka dinlemelisiniz..) 
 
Mason'in buyumesine sahit olmak ve onun duygusal gel gitlerini gozlemlemek anne oldugum icin beni fazlasiyla etkiledi.. Aslinda Mason'in hikayesi buyuk ve sarsici olaylara gebe kalmamis siradan bir hayat.. Filmde kardes sorunlari, kadinlari tanima sureci, egitim hayati ile ilgili verdigi kararlar, hobileri ve alisilmis ergenlik halleri oyle guzel islenmis ki; film bu bakimdan anneleri bekleyen ergenlik sureci icin de iyi bir yol gosterici sayilabilir.. Mason'in tum yasadiklari gercekten olabildigince siradan ve hayatimiza yakin.. Zaten filmin uzerimizdeki en buyuk etkisi de bu siradanlik ve gercege yakin durus olabilir !
 
Filmin diger onemli iki oyuncusu ; Mason'un babasini oynayan ve "Before Sunrise, Sunset ve Midnight" uclemesi ile ask hayatimizi derinden etkileyen Ethan Hawke ve Mason'un annesi rolu ile "En Iyi Yardimci Kadin Oyuncu" Oscar'ini sonuna kadar hak ederek teslim alan, Patricia Arquette.
 
Film boyunca Patricia ile kurdugum empati oyle derindi ki, cogu zaman tokatlamak ama zaman zaman da sarilip ona daha da guc vermek istedim.. 3 saatlik uzun filmin sonunda ise; yasadigi zorlu degisimlere karsin cesaretle ayakta durabildiginden, duydugum tum kizginliklari unutup aslinda buyuk bir saygi besledigimi farkettim.
 
Filmin diger unutulmaz ve bana zaman zaman kendini hatirlatacak sahnesi Mason'a babasindan gelen 15. yas hediyesiydi.. Oglu icin ozel bir album hazirlayip, Beatles'in en iyi sololarini toplayan sevgili babamiz Mason'a soyle bir cumle kuruyor ; "Belki bu solo sarkilari daha once tek tek dinledin. Ama bu parcalari ard arda dinlediginde her bir sarkinin digerini yukselttigini fark edeceksin.. Ve iste o zaman duyacagin sey; The Beatles"   
 
Tam da; 2 yilin iyi ve kotu anilarini ard arda izlediginizde ortaka cikan hikayenin Mason'in hayati olusu gibi.. ;)
 
Boyhood; aldigi Oscar'i hakeden muthis bir "gercek zaman" filmi..
 
Vakit ayirin, izleyin ve lutfen bunu sikilmada ve kontrolu empati duygunuza teslim ederek yapin.. Neticesi mutluluk olacak, soz veriyorum.. 
 
Iyi seyirler
lulu
 xxx

23 Haziran 2015 Salı

INSIDE OUT


Gectigimiz Cumartesi gunu Alpico'nun arkadaslariyla "Inside Out" filmi icin spontane bir organizasyon yapip, sinemaya gittik. Aslina bakarsaniz, hava guzeldi ve aklimdan "bu havada sinema ne kadar iyi bir fikir acaba" dusuncesi geciyordu ama kendime "bu bir Pixar filmi" ! diye minik bir hatirlatma yapip bu dusunceyi aklimdan uzaklastirdim. Iyi ki de oyle yapmisim.. Filmden ciktigimdan beri gordugum her anne-babaya filmi tavsiye edip duruyorum :)

"Inside Out" yani Turkce adi ile "Ters Yuz" Pixar Animation Studios'un yeni filmi.. Gecmisinde; Finding Nemo, Ratatouille, Wall-E ve izleyen herkese ucma hayalleri kurduran "Yukari Bak" gibi olaganustu yapimlar bulunan Pixar; her ne kadar giselere Ters Yuz ile -ilk kez- ikinci siradan girmis olsa da, bu kesinlikle filmin basarisizligi degil aksine Jurassic World filmine duyulan asiri heyecandan kaynaklaniyor.. Diyecegim su ki ; kotu is nedir bilmeyen Pixar bence yine harika bir is cikarmis ve gunumuz anne-babalari icin hassas olan bir konuyu dokunakli bir sekilde renklendirmis..

Pixar, Ters Yuz filminde sahneyi duygulara birakiyor ve bizi zihnimizin ya da daha cok cocuklarimizin zihninin icine goturuyor..

Ailesi ile kirsalda mutlu ve sosyal bir yasami olan Riley; buyuk sehre tasiniyor ve kendi icinde bu tasinmanin getirdigi tum duygusal karmasalari yasiyor.. Yeni ev, yeni okul, yeni bir hokey takimi... Kucuk bir yurek icin agir bir degisim ! 

Filmin ana karakterleri; Nese, Korku, Tiksinti, Uzuntu, Ofke ve Maskaralik. Riley'in icinde yasayan ve bulunduklari duygu merkezindeki kontrol panelinden Riley'in verecegi tepkileri kontrol etmeye calisan bu nefis karakterler; hayatinda ciddi degisimler yasayan Riley'in yeni yasam sekline alisma cabalari karsisinda pek de kolay seyler yasamiyorlar ! Hatta zaman zaman isler iceride tam olarak raydan cikiyor ! Neyse ki; Nese, Riley'in en onemli duygusu ve iceride onun icin adeta bir kurtulus mucadelesi veriyor..

Ters Yuz; muthis guzel, muthis dokunakli ve zaman zaman kahkahalar atip, zaman zaman da gozyaslarinizi ozgur birakabileceginiz bir film.. Cocuklarinizin duygularini daha iyi analiz edebilmek ve film sonrasi karsilikli duygu degerlendirmesi yapabilecek olmak da filmin en guzel iki yani olabilir !

Cocugunuzu kucaklayip, vakit kaybetmeden izleyin derim ! 

Iyi seyirler
lulu
xxx